Ütopya
Tabakları toparlayan Mert'e yardım etmek için oturduğum kamp sandalyesinden kalktım ve karavandaki masaya doğru ilerledim. Bulaşıkları yıkamaya başladık. Sonrasında ben yiyecek bir şeyler hazırlamaya başladım, Mert ise çayı hazırladı. Yiyecekleri ve çayı alıp kamp sandalyelerimize oturduk. Bulaşıkları yıkarken vakit ilerlemiş ve hava kararmıştı. Bu yüzden de ateş yakmaya karar verdik. Hazır ateşimizi yakmışken ve çayımızı yudumlarken sohbet etmemek olmaz. Uzun zamandır kimseye anlatmadığım, her düşündüğümde heyecanlandığım bir anım geldi aklıma. Ama hala kararsızdım anlatmak konusunda. Mert ile konuşurken aradan geçen yılların ardından artık benden başka birisi de bilmeli bunları diye düşümdüm ve başladım anlatmaya.
Yanlış hatırlamıyorsam bundan yaklaşık 15 sene önce denizciliğe merak salmıştım. Ve bu tutku giderek daha da büyümeye başladı. Artık yapılmamış şeyler yaparak adımı denizcilik tarihine yazdırmak istiyordum. Önceleri bayağı bir düşündüm acaba ne yapabilirim diye. Sonra hem kendi sınırlarımı hem denizin hem de kullanacağım deniz aracının sınırlarını zorlayarak denizler ve okyanuslar aşma fikri geldi aklıma. Bugüne kadar kendi yaptığı gemilerle vs. okyanus aşan insanlar vardı. Ben de kendi gemimi yapacaktım ama olabilecek en küçük gemi olması lazımdı. Hatta öyle ki artık ona gemi değil sal dememiz lazımdı. Bunun için yaklaşık 1 ay çalıştım ve en iyi tasarımı tasarlayıp en kullanışlı malzemeyle salımın inşasını bitirdim. Salım aşağı yukarı 2 metrekarelik bir saldı. Salın kalınlığı ise 1 metre kadardı. Buraya aç kalmamak için yiyeceklerimi ve su depomu yerleştirdim. Onun dışında ne uyumak için bir yatak, ne de rahat bir yerim vardı. Her açıdan çok zor olacaktı. İlk önce salımı büyük bir göle götürdüm. Birkaç kez gölü baştan başa geçtim ve hem tasarımda yapılabilecek bir şey var mı diye baktım, hem de alıştırma yapmış oldum. Daha sonrasında bunu bir adım öteye taşımak istedim ve salımı marmara denizine götürdüm. İstanbul'dan Bursa'ya doğru yaklaşık 1 gün süren bir yolculuk yaptım. Ve büyük bir sorunla karşılaşmadım. Daha sonrasında alıştırmalara devam ettim ve sırasıyla Karadeniz ve Akdeniz'i baştan başa geçtim. Tabii artık bu da yeterli gelmiyordu ve hayatımı, insanlara bakış açımı, dünyaya bakış açımı değiştirecek o seyahati yapmaya hazırlanmaya başladım. Atlas okyanusunu geçecektim. Uzun bir hazırlık sürecinin ardından İspanya'dan kalkış yaparak Amerika'ya ulaşacağım seyahate başladım. İlk gün pek sıkıntı çekmemiştim. İkinci gün de aynı şekilde güneşli ve güzel bir gündü. Dalgalar pek sorun yaratmamıştı. 3. gün hava karardıktan sonra şiddetli bir fırtına başladı. Hazırlıklıydım. En azından hazırlıklı olduğumu zannediyordum. Dalgalar çok şiddetliydi ve 10 saniye içerisinde 20 metre yükselip alçalıyordum. Dalgaların arasında salımın devrilmesi için elimden geleni yapıyordum. Tam o anda ne oldu hatırlamıyorum. Birden gözlerim karardı ve sanki bayılmış gibiydim. Okyanusun ortasında 2 metrekarelik bir salda tek başımaydım ve en olmayacak yerde nedenini bilmediğim bir sebepten ötürü bayılmıştım.
Gözlerim yavaş yavaş açılıyor gibiydi ama hiçbir şeyi algılayamıyordum. Bir rüyaya uyanıyor gibiydim. Birkaç dakikanın ardından kendime gelmeyi başarmıştım. Ve bembeyaz bir odadaydım. Hastane odasına benzettim. Ama bildiğim hastanelere benzemiyordu. Bir kere hiç camı yoktu, ayrıca bütün duvarlar bembeyazdı. İçeride sade taaarımlı krem rengi iki koltuk ve yine sade tasarımlı ahşap bir sehpa vardı. Bir de üzerinde uzanıyor olduğum yatak vardı. Birkaç dakika etrafıma bakındıktan sonra kapı açıldı ve içeriye bembeyaz tenli, doktor görünümlü bir kadın geldi. Yanında gelen kişinin teni de beyazdı ama doktor kadının teni kadar beyaz değildi. Daha sonra doktor daha önce hiç duymadığım bir dilde konuşmaya başladı. Yanındaki kişi ise onun konuştuklarını bana tercüme ediyordu. Doktor bana "Seni bulduğumuzda çok su yutmuştun ve boğulmanın eşiğindeydin, hastaneye ilk geldiğinde kalbin durmuştu ama seni kurtarabildik. Şu anda yorgun ve kafan karışık hissedebilirsin, en iyisi dinlenmen olacak." dedi. Ama bu söylenenleri ilk duyduğumda hiçbir şey anlamıyor gibiydim. Daha sonra tekrar tekrar düşünerek hatırlayabildim. Ve bu kadarını hatırlayabiliyorum. Sanırım bu söylenenlerden sonra tekrardan uyudum. Aradan ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum ama bembeyaz tenli iki hemşirenin tıkırtıları ve kendi aralarındaki konuşma sesleriyle uyandım. Sanırım bana serum gibi bir şey veriyorlardı. Ve konuşmalarını dinlemek istedim biraz ancak hiçbir şey anlamadım. Kendimi biraz daha iyi hissediyordum. Sedyemde oturmaya başladım ve hemşirelere susadığımı söyledim ama beni anlamadılar. Daha sonra hemşireler odadan çıktı ve bir dakika içerisinde doktor ve tercüman tekrar geldi. Tercüman direkt benimle konuşmaya başladı: İyi misin, nasıl hissediyorsun? Diye sordu. Ben de ona susadığımı ve biraz daha iyi olduğumu söyledim. Sonra tercüman doktora bir şeyler söyledi ve odadan çıktı. Doktor bana daha da yaklaştı ve muayene etmeye başladı. O sırada tercüman geldi ve bana bir şişe su getirdi. Suyu içince daha da kendime gelmiştim. Ve olanları anlamadığımı söyledim. En son okyanusun ortasındaydım, tek başımaydım. Beni gözeten kimse yoktu. Nasıl oldu da hemen benim o durumda olduğumu bilip yardıma gelebilmişlerdi? Bir türlü aklım almıyordu. Ayrıca neredeydik? Doktorun konuştuğu dil kulağıma hiç tanıdık bir dil gibi gelmedi. Tüm bu soru bombardımanından sonra tercüman bana gülümsedi ve "Yürüyebilir misin?" diye sordu. Ben de evet dedim. Tabii tüm bu söylediklerimizi doktora da tercüme ediyordu. Doktor ve tercüman koluma girdiler. Odadan çıktık. Sonra bulunduğumuz binanın asansörlerine doğru ilerlemeye başladık. Ama etrafta kimselerim olmayışı dikkatimi çekti. Yani hastanede olmalıydım ve madem hastanedeyiz neden kimse yoktu? Bu kadar boş olan bir hastaneyi daha önce görmemiştim. Asansöre geldiğimizde en üst katın düğmesine bastık ve en üst kata çıktık. "Şimdi birkaç merdiven çıkman gerekiyor." dedi tercüman. Ve merdivenleri çıkmaya başladık. Merdivenlerin sonunda bir kapı vardı. Kapının önüne geldiğimizde durduk. Ve "Hazır mısın?" diye sordu tercüman. Ben de evet dedim ve tercüman yavaşça kapıyı açtı. Dışarıda gördüklerimden sonra gözlerim açıldı ve hemen dışarıya bir adım atıp kafamı yukarı doğru çevirdim. Resmen kocaman bir akvaryumun içerisindeydik. Hatta öyle ki tepedeki cam zar zor gözüküyordu. Sanki uçsuz bucaksız cam bir örtü vardı üzerimizde. Ve onun üzerinde de okyanus suları vardı. Yere baktığımda ise çok fütüristik yapılar vardı. Ama her şey o kadar düzgün ve planlı gözüküyordu ki... Sanki bir ressam kafasında fütüristik bir şehir oluşturmuş, sonrasında da onu tuvale aktarmış gibiydi. Şaşkınlığımı gülümseyerek seyreden tercüman "Atlantis'le tanış." dedi.
O an kafamda bir sürü şey canlandı. Demek sağda solda komplo teorisi olarak duyduğum Atlantis şehri gerçekmiş, demek yıllardan beri okyanusun altında yaşayan insanlar varmış. Tenlerinin neden bu kadar beyaz olduğu şimdi anlam kazandı. Ve dillerinin bana hiç tanıdık gelmemesi de bundanmış demek ki... Ama bir saniye, peki nasıl oldu da beni buraya getirebildiler? Ayrıca bu tercüman kimdi ve benim söylediklerimi nasıl anlıyordu? Yoksa dış dünya ile ilişkileri mi vardı? Bunları hemen tercümana sormalıydım. Ama bir yandan da şehrin güzelliği karşısında hayrete düşmüştüm ve etrafıma bakmaktan başka bir şey yapmak istemiyordum. O sırada doktor bir şeyler söyledi. Tercüman "Artık gitme vakti, kendini ilk günden bu kadar yorma." dedi. Ve odama geldik.
Aradan biraz zaman geçti ve artık neredeyse tamamen normal hissediyordum. Tabii bir sürü soru vardı aklımda... Sanki tüm bunlar gerçek değilmiş ve rüya görüyor gibiydim. Gerçek olamazdı. Uzandığım sedyeden ayağa kalktım ve odadan dışarı çıktım. Koridorun sonundaki iki hemşireden başka etrafta kimse yoktu. Onların yanına gittim ve konuşmaya çalıştım ancak beni anlamıyorlardı. Daha sonra hemşirelerden birisi gitti ve birkaç dakika içerisinde tercümanşa beraber geri geldi. Tercümana artık iyi olduğumu ve dışarı çıkabileceğimi söyledim. O da bana durumumu anladığını ve artık çıkabileceğimi söyledi. Ancak dışarı çıkarken bazı kurallara uymam gerektiğinden bahsetti. Atlantis'te sadece tercümanla birlikte dışarı çıkabilirmişim ve halkın arasına çok karışamazmışım. Çünkü Atlantis halkı dış dünyadaki insanları neredeyse hiç görmezmiş. O yüzden bana karşı aşırı ilgi olacağından beni korumak amacıyla böyle bir şeyi istiyorlarmış. Ben kabul ettim ve tercüman bana: Pekala; biraz bekle, senin için bir çanta hazırlayıp getireyim dedi. Tercüman geldikten sonra bir şey fark ettim ve ona sordum: Bu arada ben sizin adınızı hiç sormadım, sizin adınız nedir? Tercüman "Aden" diye yanıtladı. Ve ona bir sürü soru sorma heyecanımla birlikte hastaneden çıkmak için merdivenlerden inmeye başladık. Hastaneden çıkınca yine kafamı yukarı doğru kaldırdım ve tekrar gördüklerime inanamadım. Yani hayal falan değildi ve gerçekten de Atlantis'teydim. Dışarı çıkınca gözüme çarpan ilk şey etrafta dolaşan bir sürü robotun olmasıydı. Ve insana gerçekten çok benziyorlardı. Öyle ki kafalarında parlayan bir ışık olduğunu görmesem insan zannedebilirdim bu robotları. Sokaklar tertemizdi ve her yer çok düzenli gözüküyordu gözüme. Bütün şehirde bir ahenk vardı. Tercümana gördüğüm her şeyi soruyordum o da bana bu kadar heyecanlı olmamı anladığını ancak tüm bu sorularımı şimdi değil, eve gidince güzel bir sohbetle birlikte anlatabileceğini söyledi. Ben de etrafımdaki her şeye hayranlıkla bakarak yürüyordum. 10 dakika kadar yürüdükten sonra bir evin önüne geldik ve durduk. "İşte burası!" dedi Aden. "Burası benim evim mi?" diye sordum. "Hayır, burası benim evim. Sen dış dünyaya tekrar gitmeden önce benim misafirim olacaksın." dedi. Eve girdik. Evdeki her şey otomatikmiş gibi görünüyordu. Biz girince ışıklar açıldı, bazı makina çalışma sesleri geldi vs. Bana bir odayı gösterdi ve içeri girip oturmamı söyledi. İçerisi çok sade ama hoş dizayn edilmişti. Dekorasyonlar vs. çok uyumluydu. Daha sonra elinde bilmediğim bir içecekle geldi ve karşıma oturdu. Bu ne diye sorduğumda "Mavi öz" diye cevapladı. Mavi öz okyanusun dibinde yetişen bir bitkinin özünden yapılıyormuş. Tadına baktım ve biraz garipsesem de hoşuma gitmişti. Daha sonra Aden bana artık istediğim her şeyi sorabileceğini söyledi. Ben de aklıma gelen ilk soruyu sordum: Atlantis diye bir yerin olup olmadığı benim dünyamda tartışılıyor, Atlantis'in tarihi nedir? Nasıl oldu da okyanusun dibinde böyle bir şehir kurabildiniz? Aden anlatmaya başladı: Okuduğu kadarıyla şöyleymiş: Günümüzden yaklaşık 15.000 sene önceye kadar dayanıyormuş tarihi kalıntılar. O zamanki ataları bizim sanayi dönemimize benzer bir döneme gelmişler. O esnada atom fiziğinde de ilerleme kaydediyorlarmış. Ve onlar sanayilerde kullanılacak enerji için yerin altına nükleer santraller inşa etmişler. Böyle geçen bir 100 yılın ardından günün birinde nükleer reaktörlerden birinde bir sızıntı olmuş. Bu sızıntının olduğu santralde çalışan yetkili kişi ise o dönemin yöneticisinin bir yakını imiş ve anladığımız kadarıyla yeterli yetkinliği olmadan gelmiş görevine. Ve bu yüzden sızıntıyı erkenden fark edememişler. Sonrasında sızıntı büyümüş büyümüş... Sonra büyük bir patlama olmuş. Bu büyük patlamadan sonra diğer nükleer reaktörler de hasar görmüş ve onlar da patlamış. Yaklaşık 500 kadar nükleer reaktör olduğunu düşünüyorlarmış. Atlantis okyanusun ortasında bir adaymış. Ve hangi yöne bakarlarsa baksınlar okyanus olduğundan ötürü o zamanlar gemi vs. inşaa edip dış dünya var mı diye araştırma ihtiyacı hissetmemişler. Zaten bunu yapmaya çalışan çok az kişi olmuş ve onlar da geri gelmemiş. Atlantis yaklaşık olarak 40km^2 imiş. Yani aşağı yukarı herhangi bir şehir merkezi büyüklüğünde diyebiliriz. Ve o patlamalarda birçok insan maalesef ölmüş. Çok az Atlantisli canını kurtarabilmiş. O kurtulanlar da zaten bugünkü Atlantis'i inşaa etmişler. Öncelikle durumu analiz etmişler ve fark etmişler ki nükleer santraller patlamış. Daha sonra yaptıkları ölçümlerle birlikte adanın okyanusa doğru çöktüğünü fark etmişler. Daha sonrasında ise ilk olarak şehri komple saran bu koruyucu camı inşaa etmişler. Bu cam çok dayanıklı bir malzemeden yapılmış, tam detaylarını hatırlamıyorum ancak kaç bin yıldır sadece bir iki kere ufak çatlaklar meydana gelmiş. Onu da hemen tekrar sağlamlaştırmışlar. Atlantis'in hikayesi böyleymiş yani neticede. Torpilli birisinin iş bilmezliği bunca yıllık tüm bu hikayeleri, efsaneleri oluşturmuş.
Ben bu cevaptan sonra Aden'e teşekkür ettim. Çünkü Atlantis'in nasıl "Atlantis" olduğu kafamda çok net bir şekilde oturmuş oldu. Ancak Aden'e bana kızmamasını da söyledim. Çünkü hala soracak tonla sorum vardı. Ve dayanamayıp yeni sorumu sordum mavi özümden yudumlayarak: Peki Aden nasıl oldu da Türkçe öğrenebildin? O da şöyle cevapladı: Atlantis'teki bazı seçilmiş gönüllüler dış dünyaya gitmeye hak kazanıyormuş. Ve dış dünyaya giden bu gönüllüler Atlantis'e dış dünyadan bilgi getiriyormuş. O esnada da dış dünyada zaman geçirerek dil öğreniyorlarmış. Neredeyse bütün ülkelerde en az bir Atlantisli varmış. Ben aklıma gelen bir soruyu ekledim: Peki diğer ülkeler sizin varlığınızı biliyor mu? Aden hayır dedi. Atlantis'in yöneticileri dış dünya ile iletişim kurmadan önce gözlem yapmak istemişler. Daha sonra dış dünyadaki ülkelerin "rezil" durumlarını görünce ilişkide bulunmak istememiş. Ancak gayrıresmi ilişkiler var gibiymiş. Örneğin bugün dış dünyada herkesin bildiği teknoloji şirketlerini yönetenler aslında Atlantisli insanlarmış. Atlantisin gelişmiş teknolojisini dış dünyaya yavaş yavaş sunuyorlarmış. O teknoloji şirketlerinin sahipleri kazandıkları paraların bir kısmı ile Atlantis'in ihtiyacı olan materyalleri temin ediyorlarmış. Bu sayede Atlantis okyanusun altında olmasına rağmen her türlü yiyeceğe ve içeceğe erişebiliyormuş. Ben hemen bir soru daha sordum: Peki Atlantis'in teknolojisi ne durumda? Yaşamı nasıl etkiliyor? Aden şöyle cevapladı: Atlantis'te teknoloji dış dünyadan daha gelişmiş durumda. Çünkü biz Atlantisliler 15.000 yıl önce zaten kendi sanayi devrimimizi yaşadık. O günden bugüne epey bir yol kat ettik. Ve günümüzdeki durumu dilim döndüğünce şöyle anlatayım: Biz Atlantisliler aslında dış dünyadaki gibi çalışan insanlar değiliz. Bizler çalışmayız. Bizim robotlarımız artık bizim yerimize gerekli olan tüm işleri yapıyorlar. Örneğin diyelim ki bir bina artık eskidi, o zaman öncelikle inşaat ile ilgili verilerle eğittiğimiz yapay zekadan uygun yıkım prosedürünü oluşturmasını istiyoruz. Daha sonra da işçi robotlarımız gidip o binayı yıkıyorlar. Daha sonra mimarlık ve sanat ile ilgili verilerle eğittiğimiz yapay zekaya o sokaktaki diğer binaların nasıl olduğunu söylüyoruz, sonrasında da bu yapay zeka bize bir proje veriyor. İşçi robotlara bu projeyi giriyoruz ve işçi robotlar yeni binayı yapmış oluyor. Daha önce söylediğim gibi, malzeme konusunu dış dünyadaki zengin Atlantisliler sayesinde hallediyoruz. Onun haricinde mesela Atlantis halkı eğer hastalanırsa önce medpod adı verdiğimiz sağlık kapsüllerine giriyorlar. Çoğunlukla basit bir hastalık yaşadığımız için medpodlar bizi tedavi edebiliyor. Ancak eğer ki çok daha ciddi bir durumsa bu sefer tıp alanında eğittiğimiz yapay zeka ve tıp alanında kendisini geliştirmiş bir gönüllü ile birlikte o kişiye yardımcı oluyoruz. Özetleyecek olursam dış dünyadaki mesleklerin neredeyse %80ini yapay zeka ve robotlar hallediyor. Geri kalanı da sadece gönüllü olup bu işte çalışmak isteyenler yapıyorlar. Bu mesleklere örnek olarak şunları sayabilirim: Yöneticiler, ciddi durumlarda yardımcı olan doktorlar, öğretmenler. En çok göze çarpan bu meslekler. Doktorların nasıl çalıştığını zaten anlattım. Yöneticiler ise şu şekilde çalışıyor: Çok ciddi bir durum oluştuğunda Atlantis adına karar alıyorlar. Onun haricinde ülkemizi yöneten aslında bir yapay zeka. Tüm sorunları analiz edip en makul çözümleri üretir her zaman. İnsan yöneticilerimiz sadece bazı özel durumlarda devreye girerler. Örneğin dış dünyaya insan gönderme kararının alınması, dış dünya ile resmi ilişkide bulunulup bulunulmayacağı türden kararları insan yöneticilerimiz aldı. Ve ülkemizin yönetici sınfı tek kişiden değil yaklaşık 25 kişilik bir gruptan oluşuyor. Bu kişiler yönetime gönüllü olmuş bilge insanlardır. Birçok alanda kendilerini makul düzeyde geliştirdiklerini girdikleri yöneticilik testinde kanıtladılar. Eğer bir kişi yönetim sınıfından ayrılmak isterse yerine yeni bir kişi bu şekilde alınıyor. Yönetici olmak isteyen kişi bir teste giriyor ve bu teste verdiği cevaplara göre yapay zeka onun yönetime uygun olup olmadığını seçiyor. Ayrıca yönetim kadromuzun dünya görüşlerinde yeterli çeşitlilik sağlanması için şöyle bir sistemimiz var: Yapay zeka yönetici testine verilen cevaplara göre insanların dünya görüşlerini kategorize ediyor. Ve yönetici sınıfından ayrılan kişi hangi görüşte kategorize edildi ise o kategoride dünya görüşü olan birisi seçiliyor. Ayrıca bütün yöneticilerimiz her sene yönetici sınavlarını yeniliyorlar. Bu da hala yetkin olup olmadıklarını ölçmemizi sağlıyor. Ayrıca dünya görüşlerinde bir değişiklik olup olmadığını görüyoruz. Şimdi geriye anlatmadığım tek meslek olarak öğretmenler kaldı. Öğretmenlerimizi aslında yapay zekadan yapabilirdik ancak bunu tercih etmedik. Çünkü öğretmenliği sadece çocuklara bir şeyler öğretmek olarak görmüyoruz. Öğretmenler arasında da çeşitli farklı görüşlerin olması çok daha iyi olur toplumuz açısından. Öğretmenler de yöneticilerin "yönetici testi" gibi bir uygulama ile seçiliyor ve çeşitlilik sağlanıyor. Tabii ki de bütün öğretmenlerimiz gönüllü kişiler. Bu arada tabii ki de derslerde yapay zekadan çokça faydalanılıyor. Sadece o insan bağını ve çeşitliliği sağlayabilmek adına insan öğretmenler tercih ediyoruz.
Bu arada sen sormadın ancak şundan da bahsedeyim: Belki şunu düşünebilirsin "Madem çalışmıyorsunuz, nasıl oluyor da para kazanmadan geçinebiliyorsunuz?" Benim ekonomi konusunda bilgim pek sağlam değil ancak sana sistemimizi yapabildiğimce anlatayım: Bizlerin işe gitmek gibi bir zorunluluğu yok. Sadece gönüllülük odaklı çalışanlarımız var. Bu çalışanlar iş sahibi olmak istediğinde tek yapmaları gereken yetkinlik testlerini başarı ile doldurabilmeleri. Mesela öğretmenler arasında 20 kişilik bir eksik oldu diyelim, 100 kişi yetkinlik testine girdiyse yapay zeka en uygun 20 kişiyi seçiyor. Bu şekilde bir işiniz olabiliyor. Bir işte çalışsanız da çalışmasanız da Atlantisli herkes 500 atlanta ödeme alıyor. Bunun haricinde eviniz zaten Atlantis devleti tarafından size hiçbir karşılık olmadan tahsis ediliyor. Herhangi bir enerji için ödeme yapmıyorsunuz. Nükleer reaktörlerimiz sayesinde herkese yetecek kadar bolca elektriğimiz oluyor. Bu enerji fazlasını da okyanus suyunu içilebilir suya dönüştüren tesislerimizde kullanıyoruz. Sonuçta okyanus suyunu içilebilir suya dönüştürmek biraz enerji gerektiriyor. Ve bu sayede içme suyumuz da sınırsız olmuş oluyor. Ayrıca fazla enerjinin bir kısmı ile de sürekli çalışan atmosfer düzenleyici sistemlerimiz çalışabiliyor. Bu sistemler atmosferdeki gazların hangi oranda olduğunu sürekli ölçüyor ve ona göre insanlara en uygun olan atmosfer değerlerine göre havayı düzenliyor. Atıklarımızı da olabildiğince geri dönüştürüyoruz. Ayrıca Atlantis devleti herkese birer bisiklet temin ediyor. Bu şekilde şehir içi ulaşımımızı gerçekleştiriyoruz. Onun haricinde de yürüyoruz. Burada para ile alabileceğiniz çok az şey var. Marketlerimiz sizin marketlerinize oldukça benziyor. Ancak tek farkla: Bizim marketlerimizdeki her şey size oranla inanılmaz ucuz. Çünkü üretiminde kullanılan materyaller zaten dış dünyadan geliyor, ürünlerimizi üreten fabrikalarımızda yapay zeka ve robotlar çalışıyor. Ürünü markete getiren de robotlarımız. Tüm bu süreçteki ihtiyacımız olan enerjiyi nükleer tesislerimizden karşılıyoruz. Sadece sembolik olarak çok düşük miktarda bir fiyatlandırmamız oluyor. Ve de aylık 100 atlanta ile oldukça yeterli şekilde aylık ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyoruz. Ancak daha nadir bulunan ya da üretimi zor olan eşyaların fiyatı pahalı oluyor sadece. Onun için de birkaç ay para biriktirmemiz yeterli oluyor. Yani şöyle düşünebilirsiniz: Eski zamanlarda dış dünyada köleler varmış ya hani, işte bizim robotlarımız ve yapay zekamız bizim kölemiz. Bizler için çalışıyorlar. Biz de onların çalışıp ürettiği şeyleri Atlantis devletinin bize sağladığı para ile alabiliyoruz. Yani bizde köleleri sömürdüğümüz bir sistem var diyebiliriz. Ancak köle olarak insan yerine robotlar ve yapay zeka kullanıyoruz. Bu sayede insanlar gerçekten ne yapmak istiyorlarsa onu yapabiliyorlar. Mesela bazı kişiler eğitimleri bittikten sonra müzik ile ilgileniyor ve bizler için müzikler üretiyor, konserler veriyorlar. Ve bunu para beklentisi olmadan yapıyorlar. Çünkü 500 atlanta herkesin yaşaması için oldukça yeterli bir miktar. Zaten temel ihtiyaçlarımızın hepsi ücretsiz bir şekilde sağlanıyor. Geriye sadece özgürce kullanabileceğimiz sınırsız zaman kalıyor. Genel manada ekonomimiz bu şekilde ilerliyor. Ayrıca sizin dünyanızdan farklı olan noktamız şu: Bizler bir şey alacağımız zaman o alacağımız şey tek bir fiyatta oluyor. Örneğin sizin dünyanızda bir kıyafet alacağınız zaman markasına göre çok uçuk fiyat farkları olabiliyor. Ancak bizim dünyamızda bir kıyafetin ücreti olabildiğince minimumda tutuluyor. Markanın vs. bir önemi kalmamış oluyor. Tabii rekabetin olmamasının ürünlerin gelişiminde negatif bir etki yaratacağını düşünebilirsiniz. Ancak herhangi bir ürünün araştırma geliştirmesi yapay zeka tarafından yapıldığı için ürünlerimiz zaten halihazırda olabilecek en optimal kalitede oluyor. Ayrıca genel olarak bir de şöyle bir mesleğimiz var: yapay zeka yönetimi. Bu mesleği gönüllü olarak yapan insanlarımız yapay zekayı kontrol ediyorlar ve bir aksaklık durumunda müdahale ediyorlar. Ayrıca yapay zekayı geliştirmeye de yardımcı oluyorlar. Tabii ki bu mesleğe sahip olmak için de yeterlilik testine giriyorsunuz. Ve genel olarak bu şekilde bizim çalışma ve ekonomik hayatımız. Ve bir soru daha sordum: Peki nasıl oluyor da benim bakımıma hemşireler gelmiş oluyor? Şöyle cevapladı Aden: Onlar da gönüllü kişiler. Çok nadir de olsa hemşirelerimiz de var. Ancak bunlar çok sınırlı sayıda. Ve senin durumun özel olduğu için kısa süreliğine gönüllü olmuş kişiler bunlar.
Bir soru daha sordum Aden'e: Bana biraz daha yönetiminizi anlatır mısın? Yani bütün bu yönetim sisteminiz nasıl işliyor? Mesela bizim dünyamızda belediye işlerimiz ayrı, hukuk, eğitim, ekonomi vs. işlerimiz ayrı ayrı bir sürü insan tarafından yönetiliyor. Halkımız beğenmediği zaman seçim ile değiştiriliyor. Atlantis'te bu olaylar nasıl oluyor? Aden şöyle yanıtladı: Zaten bahsettim ancak madem istiyorsun biraz daha detaylandırayım; bizim sistemimizde de her alanın ayrı bir yöneticisi oluyor. Ancak bu yöneticiler insan değiller, yapay zeka yönetiyor. Sizin sisteminizde insanlar duygusal kararlar verebiliyorlar veya kendi çıkarlarına göre hareket edebiliyorlar. Ancak biz yapay zekayı kullanırken böyle bir durum yaşanmıyor. Kaldı ki zaten bütün Atlantis her ay aynı miktarda ödeme alıyor. Kimsenin daha fazlasına ihtiyacı bile olmuyor. Atlantis'te bildiğim kadarıyla ekonomi ile ilgili eğitilmiş yapay zekamız yönetiyor fiyatlandırmaları vs. ve uzunca bir süredir bir değişiklik olmuyor ekonomimizde. Çünkü dediğim gibi zaten herkes almak istediği şeyi rahatça alabiliyor. Kimse sizin dünyanızda olduğu gibi parası ile gösteriş yapmak gibi bir davranış sergilemiyor. Bu yüzden nadir veya üretimi zor olan ürünleri herkes talep etmiyor. Sadece ihtiyacı olan kişiler alıyor bu ürünlerden ve bu ihtiyacı olan kişiler birkaç ay birikim yaptığı zaman istedikleri ürünü alabiliyorlar. Eğitimdeki yapay zekamız şu şekilde çalışıyor: Gerek bilimin herhangi bir alanıyla ilgilenen insanlarımız olsun, gerekse bilimin herhangi bir alanı ile ilgili araştırma ve deney yapan yapay zekamız olsun, edinilen yeni gelişmeler ışığında yapay zekamız her sene müfredatımızı tekrar gözden geçirip düzenliyor. Eskiden yanlış bildiğimiz bir şey varsa çıkarılıp yerine yeni bilgi ekleniyor. Tüm bu düzenlemeleri eğitim yapay zekası yapıyor. Bir de gönüllü seçimi yapan yapay zekamız var. Bu yapay zeka da gönüllülerin testlerini hazırlayıp bu testleri değerlendiriyor. Mesela öğretmenlik alanında öğrenciye oranla kaç öğretmen olması gerektiğini hesaplıyor, bununla ilgili öğretmen yeterlilik testini hazırlıyor. Daha sonra teste katılan gönüller arasından seçim yapıyor. Bu şekilde işleyen bir seçim mekanizmamız var. Genel olarak bu şekilde işliyor yapay zeka ile yönetilme mantığımız. Yapay zeka hangi alanda yönetim yapıyorsa, o alanla ilgili detaylı veri setleri ile eğitiliyor. Daha sonra probleme uygun; makul çözümler üretiyor. Mesela bir örnek daha vereyim: Diyelim ki bir Atlantisli 18 yaşına geldi ve yetişkin oldu; bu durumda o kişi artık ev için başvuru yapabiliyor. İsterse ailesi ile yaşamaya devam edebilir. Ancak isterse ev için başvuru yapıyor. Bu şekilde boş olan evler arasından bir ev seçilip o kişiye tahsis ediliyor. Bu işlemi yürüten yine yapay zeka. Ve eğer ki artık yeteri kadar ev yoksa; şehirin planına göz atıyor ve yeni yapılacak evin nereye yapılacağını seçiyor. Biz Atlantisliler bir aksaklık olması durumunda müdahale etmek için yöneticiliğe gönüllü oluyoruz. Bizim yöneticilerimiz aslında yapay zekanın doğru işlediğinden emin olmakla yükümlüler çoğunlukla.
Peki yeni bir soru soracağım: Sizler 15.000 senedir buradasınız. Biz insanlar da 15.000 senedir dış dünyadayız. Biz 15.000 yıl önce sayımız binlerle ölçülecek kadar azdı. Ancak şimdi 15.000 yılın ardından 8 milyar insan olduk. Siz nasıl oldu da bu nispeten küçücük alana sığabildiniz? Yani nüfusunuz nasıl artmıyor? Öncelikle şundan bahsedeyim diye söze başladı Aden: Bizim bir sistemimiz var nüfusla alakalı ve bu belki sana garip gelebilir: Üreme ehliteyi sistemi. Biz Atlantisliler için şöyle bir durum geçerli: Eğer ki bir çift bebek sahibi olmak istiyorsa; öncelikle üreme ehliyeti almak zorunda. Bu ehliyeti alabilmek için yine yapay zekanın hazırladığı ebeveynlik testini başarıyla bitirmesi gerekiyor. Eğer ki başvuran kişi başarısız olursa; bu durumda başvuru yapan kişi ebeveyn olmak ile ilgili eğitim alabiliyor. Tabii bu eğitimi yapay zeka veriyor. Yetişkin bireylerin insan bir öğretmene ihtiyacının olmadığını düşünüyoruz. İnsan öğretmenler çocuklarımızın gelişimi açısından önemli. Ancak halihazırda yetişkin olmuş bireyler yapay zekadan da bilgi edinebilir. Ve bu eğitim sonrasında tekrar teste girebilirler. Bu test sonucunda başarılı olurlar ise ebeveyn olabilirler. Ancak başarısız olurlar ise ebeveyn olamazlar. Çünkü biz burada doğmamış Atlantislileri bile önemsiyoruz. Bu doğmamış Atlantisli ebeveynlik konusunda bilinçsiz bir ailede doğsun istemeyiz. Eğer ki birisi ehliyet almadan hamile kalır ise o kişiyi ve babayı ebeveynlik eğitimine alıyoruz. Ve çocuk doğana kadar eğitimler devam ediyor. Çocuk doğmaya yakın o kişileri teste sokuyoruz ve başarılı olurlar ise o çocuğu kendileri büyütebiliyorlar. Ancak eğer ki başarısız olurlarsa bu onların ebeveyn olmaya yetkin olmadığı anlamına geliyor. Bu durumda da çocuk doğar doğmaz aileden alınıyor ve ehliyet sahibi olup da fiziksel nedenlerden ötürü çocuk sahibi olamayan ailelere veriliyor. Eğer ki o çocuk doğduğu sırada böyle bir aile yok ise; ailesinde ikinci bir çocuk isteyen aileye veriliyor. Ve bu istisnai durum haricinde ikinci bir çocuğa izin verilmiyor. Eğer ki bir kadın ikinci çocuğuna hamile kalırsa ya o çocuğu aldırıyor; ya da çocuk sahibi olamayan, ehliyetli bir aile bulunuyor ve o aileye verilmek üzerine anlaşılıyor. Ve ehliyet sistemimiz sayesinde çocuklar ailesi tarafından herhangi bir psikolojik şiddet, travma ya da kötü ebeveynlik davranışları görmemiş oluyor. Tabii ki istisnalar oluyor ancak bu durumda direkt çocuğu alıp ehliyetli, çocuk sahibi olamayan bir aileye veriyoruz. Bu arada bu tarz sosyal işlerde çalışan gönüllü ekiplerimiz de mevcut. Yani gönüllü gruplarına şunu da ekleyebilirsin: İnsanlarla ilgili durumlarda yardımcı olan gönüllüler. Mesela örnek olarak sana yardımcı olan hemşireler. Ya da "ehliyetsiz üreme" durumunun tespiti sonucunda çocuğu alıp onu başka aileye teslim eden gönüllüler gibi düşünebilirsin. Tüm bunlar gönüllülük esasına dayansa da Atlantisliler gönüllü insanlara büyük saygı duyuyorlar. Bu yüzden dönem dönem yetkin insanlar gönüllü olmak istiyorlar. Ve diyebilirsin ki tüm bu sistem bu şekilde işlese bile yine de 15.000 yıl içerisinde nüfus katlanarak artmalıydı; çünkü ortalama insan ömrü Atlantiste 100 senedir, buna rağmen 20 yaş ve üzeri bütün yetişkinler üreme ehliyeti için başvurabilir. 20 yaşındaki birisi çocuk yapsa, onun çocuğu da 20 yaşında çocuk yapsa, onun çocuğu da 20 yaşında yapsa, onun çocuğu da... ilk 20 yaşındaki çocuk 100 yaşına gelip ölene kadar 4 yeni çocuk gelmiş oluyor. Bu durumda eksilen bir nüfusa karşılık artan dört nüfus oluyor. Buna ilişkin şöyle bir nüfus politikası uyguluyoruz: O yıl kaç kişi ölmüş ise o kadar aileye üreme ehliyeti veriliyor. Böylece nüfusumuz her zaman 40.000 kişiden oluşmuş oluyor. Tabii bu ehliyeti veren de yapay zeka. Ehliyet testlerini en başarılıdan en başarısıza göre sıralıyor. Sonrasında da kaç kişi ölmüş ise o sayı kadar çocuğun doğmasına yetecek kadar üreme ehliyeti veriyor. Bu sayede nüfusumuz her zaman aynı kalıyor. Bu sistemi ben pek sevmiyorum ancak Atlantis gibi küçük bir yerde nüfusun aşırı artması uzun vadede çok daha büyük bir problem olacaktır. Bunun yaşanmaması için bu zor kararları vermek durumunda oluyoruz.
Şimdi Aden Hanım, benim aklıma takılan bir nokta var: Eğer ki bir aile zorluk çıkarırsa, ya da ne bileyim neye dayanarak bunu yapıyorsunuz diye sorarlarsa ne diyeceksiniz? Yani hukuk, yasa, polis... bunları soruyorum. Aden şöyle cevapladı: En başta hukuk sistemimizi özetleyerek başlamak istiyorum. Bizim hukuk sistemimiz şu mantığa dayanıyor: Eğer toplumun huzuruna aykırı bir davranışta bulunuyorsan toplum ile yaşayamazsın. Ve şimdi temel mantığımızı açıkladığıma göre devam edeyim: Bizim kanunlarımız çok eski zamanlardan bu yana değişmedi. Çünkü en ideal kanunlara sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Öncelikle şunu söylemeliyim ki bizim polislerimiz robotlardan oluşuyor. Ve bu robot polislerin görevi hukukla ilgili bir durum bildirildiğinde olay yerine gidip gereken müdahaleyi yapmaları. Örneğin diyelim ki nüfusla ilgili yasalarımıza aykırı bir durum yaşandı, polis bu kişiler ile görüşerek olayla ilgili bütün verileri kendisine iletmelerini istiyor. Bu veriler toplanıp polise iletildiği zaman polis yasalarımıza göre o kişinin ne ceza alacağına karar veriyor. Ve şunu da söyleyeyim: Atlantis'te insanlar dış dünyadakinin aksine hırsızlık, gasp vs. gibi suçlar işlemez. Bazı istisnai durumlar oluyor elbette ancak bu durum çok çok çok nadir yaşanan bir olay. Ekonomi sistemimiz böyle suçların yaşanmasını önlüyor. Atlantiste işlenen en yaygın suç toplum huzuruna aykırı davranışta bulunma suçudur. Bu suçu şöyle genel kapsamda şöyle özetleyebilirim: İnsanları rahatsız eden herhangi bir davranış sergilemek. Örneğin yere çöp atamazsınız. Ya da kurallara aykırı davranamazsınız. Trafik kurallarına aykırı davrandığınızda toplum huzuruna aykırı davranış suçunu işlemiş olursunuz. Ya da mesela bir insanla konuşmaya çalışırsanız ve o insan sizden rahatsız olursa, siz de onun rahatsızlığına rağmen hala o kişiyi taciz ederseniz toplum huzuruna aykırı davranışta bulunmuş olursunuz. Gerçi en yaygın suç bu olmasına rağmen yılda en fazla 100 kişi suç işlemiş oluyor. Cinayet, tecavüz vs. gibi ağır suçlarda kesin uyguladığımız cezamız şu: Sürgün. Atlantis'in dışında, yukarıda bir adamız var. Bu adaya suç işlemiş Atlantis'liler götürülüyor ve ne yaparlarsa yapsınlar Atlantis'e geri dönemiyorlar. Çünkü eğer kurallarımıza uymuyorlarsa "toplum ile yaşamayı hak etmiyorlar" olarak değerlendiriyor bizim kanunlarımız. Ve toplum huzuruna aykırı davranışta bulunmak suçunun cezası şu şekilde: Bir kişi eğer ki toplum huzuruna aykırı davranışta bulunursa, o kişi ilk uyarısını almış oluyor. Aynı sene içerisinde 3 kere toplum huzuruna aykırı davranışta bulunursa sürgün cezası alıyor. Ancak eğer ki aynı sene içerisinde başka bir suç işlemez ise ilerleyen senelerde 2 kere bu suçu işlemesi sürgün cezası almasına yol açıyor. Ayrıca kimse robot polislerimize karşı koymuyor çünkü polislerimize yardımcı olmamak sürgün cezası ile cezalandırılır. Bu şekilde ikinci çocuğa hamile kalan bir kadın zorluk çıkarmadan polisler ile konuşup kanunlara göre ne yapılması gerekiyorsa onu yapıyor. Bu biraz aşırı kontrolcü bir sistem gibi gözükebilir dışarıdan bir göz için ancak bizler bu sistemi çok seviyoruz. Çünkü kurallarımıza uymayan kişi Atlantis'te yaşamayı hak etmiyordur. Ayrıca şehrimizin her noktasında, bütün evlerde kameralar var. Bu kameralara sadece polis robotlar erişebiliyor. Ve bu sayede suç işlenip işlenmediğini gözetliyorlar. Ayrıca bir kimse polis çağırdığı zaman olay nerede gerçekleştiyse oradaki görüntüler delil olarak kullanılıyor ve polis robotlarımız yargılamadan önce o delillere bakarak bir karar veriyor. Ben dış dünyaya gidip gördüğüm için biliyorum; eğer ki bu sistem sizde olsa kesinlikle kötüye kullanılırdı. Ancak bizim kullanımımız sadece olası bir suç durumunda kesin, şüpheye yer bırakmayan deliller elde etmek amaçlı. Tıpkı ABD polislerinin göğüslerinde kamera bulundurmasının zorunlu olması gibi. O polisler de olası bir kötü durumda kimin haklı olduğunu görebilmek adına takıyorlar bu kamerayı. Ayrıca bizim o görüntülere erişimimiz yok. Sadece yapay zekanın erişim yetkisi var. Bu sayede özel hayatın gizliliğini de ihlal etmiyoruz. İnsanlarımız kendilerini güvende hissediyor bu şekilde. Kimse suç işlemeyi düşünmüyor bile. Tarihimizde kayda geçen en yüksek suç oranı %0.25 idi. Hukuk özel ilgi alanıma girmediğinden daha detaylı anlatamıyorum. Ancak temel hukuk sistemimizdeki mantığı anladığını umuyorum. Herkesin güvenliği adına bütün şehiri izleyen kameralarımız var, yapay zeka bu kameraları izliyor ve olası bir suç durumunda polisleri yönlendiriyor. Ayrıca olası bir kural ihlali durumunda polisler gelince delil olarak kullanılıyor. Ve olası bir suçun cezası sürgün. Çünkü Atlantis'te yaşamak istiyorsan kurallara uymak zorundasın. Temel olarak bu şekilde.
Peki Aden Hanım eğitim sisteminiz nasıl? Atlantisliler nasıl eğitim görüyorlar? Aden anlatmaya başladı: Bizim eğitim sistemimiz üç temel sınıfa ayrılıyor: İlk eğitim, Orta eğitim ve Son öğretim. Bu isteyen her Atlantislinin alabileceği eğitimin temel sınıflarıdır. Atlantis çocukları 5 yaşına geldiklerinde ilk eğitimi almaya başlarlar. Bu her Atlantisli için zorunludur. İlk eğitimi de kendi içerisinde iki kısıma ayırabilriiz. İlk kısımda çocuklarımız öğretmen eşliğinde sosyal davranışlarını pekiştirirler. Burada çocuklar toplum içerisinde nasıl davranacaklarını öğrenirler. Bir sınıfta hep birlikte bulunan çocuklar; birbirlerine saygı göstererek nasıl ilişki kurulacağını öğrenir. İlk öğretimin ikinci kısmında ise en temel derslerimiz öğretilmeye başlanır. Matematik, Atlantis dili, görsel sanatlar ve müzik, beden eğitimi, ahlak derslerini temel düzeyde öğrencilerimize öğretiriz. Bu sayede herkesin bilmesi gerektiğini düşündüğümüz şeyleri, çocuklarımız temel düzeyde öğrenmiş olurlar. Bundan sonra orta eğitime devam ederler. Bu eğitim zorunludur. Ve bir çok farklı ders seçebilir çocuklarımız. Bu dersleri öğretmeni, ebeveyni ve yapay zeka yardımı ile çocuğun ilgi alanlarına göre belirleriz. Kimi çocuklar fen bilimleri ağırlıklı ders seçer, kimi çocuklar müzik ağırlıklı dersler seçerler. Bu şekilde bütün çocuklar ilgisi olduğu alanda öğrenmeye devam ederler. Tabii bunun yanı sıra diğer temel dersleri belirli ölçüde almaya devam ederler. Bu temel derslerin içeriği orta seviyeye gelir. Örneğin matematikte ilk eğitimde dört işlem gibi basit şeyler anlatılırken, orta eğitimde herkes basit denklemleri çözebilmeyi öğrenir. Bu şekilde ilgi duyduğu alanda gelişen öğrencilerimiz temel derslerde belirli bir seviyede bilgi sahibi olurlar. Son eğitim ise zorunlu değildir ve sadece isteyen Atlantisliler devam eder. Son eğitimde öğrencilerimiz ilgi alanları doğrultusunda yine ders seçimleri yaparlar ve bu dersleri ileri düzeyde öğrenirler. Ve son eğitimde öğretmenler ağırlıklı olarak yapay zekadan oluşur. Bu seviyedeki öğrencilerimiz artık genç yetişkin olmuşlardır. Ve tamamen ilgi alanları doğrultusunda kendilerini geliştirebilirler. Daha sonrasında mezun olduklarında bu öğrenciler dilerlerse ilgi alanları doğrultusunda kendilerini geliştirmeye devam edebilirler, dilerlerse öğretmen olup başka öğrencileri eğitebilirler. Bizim eğitim sistemimizi özetleyecek olursam en temelde şu mantık var: Herkesin bilmesi gerekenleri orta seviyeye kadar öğret, öğrencilerin ilgi alanını belirle ve o ilgi alanı doğrultusunda öğrenciye ileri seviye eğitim ver. Bu şekilde işliyor eğitim sistemimiz.
Aden Hanım peki bana genel Atlantis hayatını anlatır mısınız? Çocuklar neler yapar; gençler, yetikşinler, yaşlılar neler yapar? Sıkıcı olmuyor mu hiç çalışmadan öyle yaşamak? Aden gülümsedi ve şöyle cevapladı: Neden sıkıcı olsun ki? Ayrıca bizler çalışmıyor değiliz, sadece dış dünyadaki para karşılığında kölelik yapmıyoruz. Bizler çalışıyoruz. Ve nasıl olduğunu sana anlatayım. Ama bunu "Yetişkinler neler yapar günlük hayatında" sorunu cevaplarken anlatacağım. Şimdi dilersen ilk önce çocuklardan başlayarak sırası ile Atlantisliler nasıl yaşar onu anlatayım sana. Ortalama bir Atlantisli çocuğun bir günü şu şekilde geçer: Sabah 08:30'da uyanır hazırlanıp okula gider. 09:00'da okula gelmiş olur. Okulda ilk eğitimin ilk aşamasında ise arkadaşları ile oyunlar oynar, iletişim becerilerini geliştirir. İkinci aşamadaysa eğer, dersler işlenir, çocuklar eğitim görür. 16:00'a kadar eğitimlerini aldıktan sonra okuldan çıkarlar. Sonrasında ise şehrimizin parklarında, spor sahalarında, oyun alanlarında birlikte oyunlar oynarlar, spor yaparlar... 19:00'da ışıklar karartıldığı zaman evlerine giderler. Ailesi ile vakit geçirir, yapay zeka ile vakit geçirir; merak ettiklerini sorarak konuşur onunla sürekli. Sonra arkadaşları ile birlikte bilgisyar oyunları oynar. Bu oyunların iletişim becerilerini, grup ile hareket etme becerilerini geliştirdiğini düşünüyoruz. Ve 00:00 civarında da uyur. Gençlerin genel bir gününe gelecek olursak şu şekildedir: Orta eğitim ya da son eğitim öğrencisidir bu genç. Ve çocuklarda olduğu gibi 08:30da uyanıp 09:00'da okulda olurlar. 16:00'a kadar eğitim görürler. Daha sonrasında ise okuldan çıkıp şehirimizde yapabilecekleri ücretsiz bir sürü aktiviteden hangisini yapmak isterlerse, arkadaş grupları ile onu yaparlar. Kimileri yüzmeye gider, kimileri buz pateni kayar, kimileri ise sinemaya gider. Bu şekilde yapılabilecek bir sürü aktivitemiz mevcuttur. Bu aktivitelerde genellikle 19:00'da ışıklar kararana kadar vakit geçirirler. Sonrasında ise eve gelirler ve aileleri ile biraz vakit geçirirler. Daha sonrasında ise uyuyana kadar yapay zeka destekli bir biçimde kendi ilgi alanları doğrultusunda kendilerini geliştirirler. Bu arada bazı öğrenciler okuldan çıktıktan sonra kendi ilgi alanında olan arkadaşları ile bir araya gelir ve onlarla birlikte ilgi alanları üzerinde çalışırlar. Örneğin tiyatro ile ilgilenen bir grup var ise birlikte oyuncluluklarını geliştirebilirler. Ya da müzik ile ilgilenen bir grup var ise birlikte şarkılar çalabilirler. Ya da matematik ile ilgilenen kişiler birlikte matematik üzerine düşünüp tartışabilirler. Ve dönelim evdeki kısıma: İlgi alanlarındaki çalışmalarını tamamlayıp 00:00'da uyurlar. Tabii benim anlattığım genel bir durum. Herkes için böyle olacak değil. Ya da herkesin her günü böyle geçecek değil. Şimdi gelelim yetişkinlere: Yetişkinlerimizin bir günü şu şekilde geçiyor: Sabah 08:30'da uyanıp kendi ilgi alanlarında çalışmalar yapıyorlar. Çocukları olan kişiler çocukları ile ilgileniyor. 13:00 gibi dışarıdaki arkadaş grupları ile bir aktivite yapmak isterlerse onu yapıyorlar. Bu aktivite gençlerde olan aktivitelerle anyı aktiviteler. Ve ayrıca isterlerse ortak ilgi alanları olan kişiler birlikte o ilgi alanları üzerine çalışmalar yapabiliyorlar. Bizler ilgi duyduğumuz alanlarda kendimizi geliştirerek çalışmış oluyoruz. Ve bazı gönüllü yetişkinler işlerinde çalışıyorlar. Daha sonrasında ışıklar karartıldığında eve geliyoruz ve çocukları olanlar çocukları ile vakit geçiriyor. Olmayan kişiler eğlence içerikleri tüketiyor. Çiftler birlikte vakit geçiriyor. Bazıları ilgi alanları doğrultusunda çalışmaya devam ediyor. Bu şekilde akşama kadar vakit geçirmiş oluyorlar. Daha sonrasında ise 00:00'da uyuyorlar. Yetişkinlerimizin bir günü bu şekilde idi. Şimdi ise yaşlılarımızın bir günü hakkında konuşalım: Yaşlılarımız genellikle 08:30'da uyanıp arkadaşları, dostları ile buluşup birlikte güzel bir yerde oturup sohbet ederler. İlgi alanları doğrultusunda kendilerini zaten geliştirmişlerdir. Bazı gençler yaşlıların bu deneyiminden faydalanmak adına onlara sorular sorar. Yapay zeka hala deneyim konusunda bizden kötü durumda. Yaşlılarımızın vakit geçirebileceği çok güzel parklarımız, bahçelerimiz var. Buralarda vakit geçirirler. Bazıları ise hala kendisini geliştirmeye devam eder. Bu şekilde ışıklar kararana kadar vakit geçirir yaşlılarımız. Sonrasında evlerine giderler ve tek yaşıyorlar ise keyiflerince ne yapmak istiyorlarsa onu yaparlar. Kimisi hikayeler okur, kimisi eğlence içeriği tüketir, kimisi davetler düzenler ve bu şekilde geçirir akşamını. Sonra 00:00'da uyur. Yaşlılarımızın bir günü de bu şekildeydi. Şimdi söylerken aklıma gelen bi detaydan bahsedeyim: Atlantis gökyüzünü görmediği için biz burada yapay ışıklandırmalar ile günlerimizi oluşturuyoruz. Ve sabah 07:00'de gün ışıkları açılıyor, 19:00'da ışıklar kararıyor. Bunun haricinde Atlantis'teki hayattan bahsedeyim sana: Bizim şehrimiz canlı yaşayan bir şehirdir. Bunun yanı sıra sakin de bir şehirdir. İnsanlar günlerini dışarıda birlikte aktiviteler yaparak geçirir. Bizlerin de özel günleri vardır. Bu özel günlerde günün anlamına göre değişen etkinlikler düzenleriz. Mesela bazı tiyatrocular özel bir günde bir oyuna çalışıp o oyunu sergileyebilir. Bazı sanatçılar yeni bir albüm yaptığında konser vereceklerini duyurabilir. Bu şekilde o sanatçının eserini dinlemiş oluruz. Yine bazı sanatçılar bir sergi hazırladıklarını duyurabilir ve bu sanatçının eserini görmek isteyen Atlantisliler o sergiyi ziyaret edebilir. Veya yüzme ile ilgili bir etkinlik düzenlenebilir. Bu şekilde yüzme ile ilgili olan kişiler hep birlikte havuzlarda yüzerler. Veya bazı özel günlerin akşamlarında sokaklarda eğlenceler olur, herkes o günün konsepti ile ilgili kıyafetlerini giyer ve sokaklarda eğlenir. Bu şekilde insanlarımız etkinliklerde vakit geçirir. Ortalama olarak iki haftada bir etkinlik olur. Atlantis sosyal, eğlenceli, canlı, sakin ve huzurlu bir şehirdir.
Aden Hanım biliyorsunuz ki bizim dünyamızda dinler mevcut. Peki sizin herhangi bir dininiz var mı? Hem evet hem hayır dedi Aden: Bizim din anlayışımız sizinkisinden biraz farklı, sizlerin dinlerinde yaratıcı insanlar ile konuşuyor, onlara bir takım emir ve yasaklar buyuruyor. Ancak bizim böyle bir dinimiz yok. Bizler evrenin kendisine bir kutsallık atfediyoruz. Doğaya karşı saygılı olmak bizim dinimizin en önemli gerekliliği. Çünkü bizler doğanın bir parçasıyız, bizlerin var olmasını sağlayan doğadır. Bu nedenle doğaya karşı saygılı olmalıyız. Doğayı kutsal sayıyoruz. Ancak bunu şu şekilde algılamayın lütfen: Doğa, çok üstün bir güçmüş; bizleri bir bilinçle yaratmış; biz de ona tapınmalıymışız gibi düşünmeyin lütfen. Sadece doğayı kutsal kabul ediyoruz o kadar. Ve doğaya karşı olabildiğince saygılı oluyoruz. Ve emir yasaklarımız yok.
Aden Hanım siz bunları anlatırken ben bir şeyi hatırlamadığımı fark ettim: Beni nasıl buldunuz ve kurtardınız? En son dalgalarla boğuştuğumu hatırlıyorum. Aden şöyle yanıtladı: Seni bulan ben değilim. Bizim robot polislerimiz bulmuş seni. Yaşanan bir suç üzerine robot polislerimiz sürgün adamıza bir Atlantisliyi bırakırken seni görmüşler. Yapay zeka o an durumu değerlendirip seni yanlarında götürme kararı vermiş. Sen buraya geldiğinde gönüllü doktorlarımızdan birisine haber gitti direkt. Seni ilk önce medpod'a yerleştirdik. Tedavini medpod sağladı. Doktorumuz destek amaçlı yanında bulunuyordu. Sonrasında da zaten yavaş yavaş iyileştin. Biliyorsun o kısımları. Anladım dedim. Tüm bu sohbetiniz için teşekkür ediyorum Aden Hanım. Rica ederim diye yanıtladı Aden. Sonrasında ona şunu sordum: Peki ben ne yapacağım? Sonsuza kadar burada mı kalacağım? Ülkeme geri dönebilir miyim? Aden şöyle yanıtladı: Hiç endişelenme, artık iyileştin, seni yarın Atlantis'in dışına çıkaracağız. Ayrıca sana da bir sürprizim olacak gitmeden önce. Pekala diye yanıtladım ve Aden bana artık uyuma zamanımızın geldiğini söyledi. Bana gösterdiği koltukta uykuya daldım. Sabah olunca beni uyandırdı ve bir şeyler yedik. Ardından hazırlanmaya başladık ve dışarı çıktık. Dün anlattıklarından sonra Atlantis'e bakışım değişmişti. Atlantis çok daha mükemmel bir yer olarak gözüküyordu gözüme. Bisiklete bindik ve sürmeye başladık. 20 dakikalık bir sürüşün ardından şehri çevreleyen camın dibine gelmiştik. Ayrıca camın orada uzay filmlerinde gördüğüme benzer bir basınç kapsülü vardı. Muhtemelen dışarı çıkarken bu kapaktan dışarı çıkıyorlardı. Cama yakınlaştıkça daha da büyüleniyordum. Birkaç metre ötemde tonlarca basınç olan okyanus suyu vardı. Aden bana hediyeden bahsetti. Yanıma yaklaştı ve salımı çok daha dayanıklı bir malzeme ile onardıklarını söylediler. Ve tam olarak beni buldukları yerde salım beni bekliyormuş. Çok sevinmiştim. Aden ile vedalaştım ve robot polis eşliğinde basınçlı geçite doğru ilerledim. Bu geçide geldiğimde robot polis ile birlikte bir kapaktan geçtik. Sanırsam denizaltı gibi bir araca binmiştik. Biz bindikten sonra kapak kapandı ve araç hareket etmeye başladı. Yukarı doğru çıktığımızı hissediyordum. Robot polise doğru döndüm ve: "Düşünme seviyen ne derecede? Bir zihninin olduğunu düşünüyor musun?" diye sordum. Bana sadece "Atlantis vatandaşı olmayan kişiler ile konuşamam." dedi. Ben de başka bir şey söylemedim. Bu şekilde yaklaşık 30 dakika geçirdikten sonra bulunduğumuz araç durdu. Robot polis kapağa doğru yöneldi. Kapağı açtı ve mavi gökyüzü gözüküyordu. Merdivenlerden yukarı doğru çıktım ve dışarı doğru baktım. Masmavi okyanus karşımdaydı. Ancak salımı görememiştim. Etrafıma bakındım ve salımın hemen arkamda durduğunu gördüm. Aracın kapağından tamamen çıktım ve aracın üzerinde duruyordum. Robot polis de kapağı kapatmak için yukarı çıkıyordu. Robot polisin başı kapaktan dışarı çıkmıştı. Tam salıma doğru adım atacakken robot polis "Lütfen yardım et..." dedi. O an şok olmuştum ve tam ona doğru dönüp neyden bahsettiğini soracakken robot polis bir anda kapandı ve merdivenlerden aşağı düştü. Üzerinde durduğum araç otonom bir şekilde çalışmaya başladı ve hareket etti. Kapağı kendi kendine kapandı. Ben de hemen aracın üzerinden salıma doğru atladım.
Şok içerisindeydim ve çok korkmuştum. Ne yapacağımı bilemedim. Ancak bunu düşünecek ne zamanım ne enerjim ne de imkanım vardı. Okyanusun ortasında salım ile birlikte kalmıştım. Geri kalan yolculuğumu tamamlamam gerekiyordu. Salım artık çok daha dayanıklıydı ve bu şekilde yolculuğumu tamamlamış oldum. Sonrasını biliyorsun işte Mert. Ödüller, tebrikler, haberler, ün, şöhret... Ama kimsenin bilmediği şey bu yolculuk sırasında yaşadıklarım... Ve benim bile bilmediğim şey ise o robot polisin ne için yardım istediği...
Yorumlar
Yorum Gönder