Kayıtlar

Öylesine

https://www.youtube.com/watch?v=m3MZOGqe18Y&ab_channel=tbros2000  Bekliyorum... Bir daha asla olmayacak şeyleri bekliyorum...Tüm bu olan bitenler karşısında tek bir ifadeye sahibim: "Vay be! :)". Bir anlığına da olsa düşlediğim, hedeflediğim, istediğim her şeye sahip olduğumu sanmıştım. Aslında bakılırsa kısa bir süreliğine de olsa sanırım bunu başardım. Ama bazen düşünüyorum da bu o kadar da iyi bir şey değil gibi. Karanlıkta ormandaki tüm tehlikelere karşı tek başıma yürüyordum, taa ki cebimdeki kibriti bulana kadar. Ormanın karanlığında hep bir ışık bulmak istedim, hep yalnızlığımı unutturacak bir ışık olsun istedim. Bulduğum kibrit, sanki sonsuza kadar yanacak bir ışık bulmuşum gibi mutluluk hissettirdi. Kibriti bulur bulmaz yaktım ve ardından... Püf... Kısa süreliğine de olsa o kibrit etrafımı aydınlattı, benim yalnız olmadığımı hatırlattı. Ama... Ama o kibrit bir çırpıda yanıverdi, bir anlığına da olsa yalnızlığımı bana unutturdu, etrafımdaki güzel şeyleri görme fır

Kendimle sohbet...

https://www.youtube.com/watch?v=fGeSPA9tL24&ab_channel=ironicl3   Bu düşüncelerime ortak olmak için gel sadece, beni anlaman önemli değil, beni yargılaman umrumda değil. Sadece merak ediyorsan oku sonra kendi hayatına dön.  Bazı insanlar sonsuza kadar yalnız kalır. O insanların yalnızlıktan kurtulmasının bir çözümünü henüz bulamadım. Muhtemelen ben de onlardan biriyim. Genel olarak kendi kafamda insanları tanıyamıyorum. Çünkü yok denecek kadar azlar, ya da ben fazla insan tanımak istemiyorum. Aslında ikisi de doğru. Ben fazla insan tanımak istemiyorum çünkü tanıdığım insanlarla uyuşma olasılığım bir hayli düşük. Ben bu zamana kadar kendimi hep yalnız hissettim. Bazı zamanlarda sadece birkaç arkadaş... Onun haricinde sevilmenin nasıl bir duygu olduğunu bilmiyorum. Hem aile tarafında böyle hem sosyal hayatımda böyle. Bunu okuyan arkadaşlarım varsa alınmasınlar. :) Bu tamamen benimle alakalı bir şey, sanırım ben böyleyim. Sonsuza kadar yalnız kalmaya mahkum edilmiş insanlardan biriyim

Hislerim

  Bir ağaç gibi hissediyorum, artık kuşların konmadığı bir ağaç... Yaprakları bile ondan nefretle ayrılıyor... Ama hareket edemiyor bu ağaç. Bir adım atabilse Güneş'e ulaşacak, yeniden kuşlar konacak dallarına, yaprakları vazgeçmeyecek ondan. Oysa ki bu ağacın dallarımdan ayrılan kuşlar öyle güzel öyle narin ki, Güneş ve Ay birbirleriyle yarışıyorlar ondan mahrum kalmamak için. Bazen ise sahildeki bir kum tanesi gibi hissediyorum. Sıradan, değersiz, varlığı ve yokluğu arasında hiçbir fark olmayan bir kum tanesi gibi... İnsanlar basıyor o kum tanesinin üzerine. O kum tanesini kullanıyorlar, bir oyuncak gibi kullanıp bir şeyler inşa ediyorlar. Daha sonra arkalarında bırakıyorlar o kum tanesini, o kum tanesi yine yalnız kalıyor. Çocuklar seviyor o kum tanesini, kendilerine oyuncak olduğu için. İnsanlar seviyor o kum tanesini, kendilerini rahatlattığı için. Ama gece olup yakamoz ile kavuştuğunda kimse hatırlamıyor o kum tanesini. Kullandıkları kum tanesini hırçın dalgalar boğmaya çalış

Var Olmamalıyız

  Evet var olmamalıyız. Var olmamız bir paradoks meydana getiriyor. Tam anlamıyla bir paradoks değil ama şöyle açıklayayım: bizim açıklamaya çalıştığımız birçok şey var. Evrenin oluşumu, big bang, karanlık madde, karanlık enerji... Bugün sicim teorisiyle alakalı bir video izlerken aklıma bir şey takıldı. Bizler evreni açıklamaya çalışıyoruz. Peki ya açıkladıktan sonra ne olacak? Tam anlamıyla evrenin var olmasını vs. bildikten sonra ne olacak? Evrenin var olması bir hata olmalı. Diyelim ki x sebepten ötürü var oldu. O x sebep neden ötürü oldu? Bunun bir sonu yok. Diyelim ki bir şekilde evreni açıkladık ve bu var oluş sebebini de açıkladık. Peki bizler neden var olduk? Var olmamalıydık. Hatta neden bir şekilde evreni açıkladık diyoruz ki, demedik öyle bir şey. Geri dönün o konuya. Evrenimizin başlangıç noktasını big bang olarak kabul ediyoruz. Başka bir teori olsaydı onu kabul ederdik. Sonuçta gözlemlerimiz sonucunda evrenin sonsuz olmadığını biliyoruz. Yani evren bir noktada oluştu. Pe

Toplum Üzerine Gözlemlerim

 Gözlem yapmayı seven birisiyim, bazen sadece durup bir şeyleri gözlemlerim. Örneğin; bir sokakta yürürken içimden bir ses "kenara geç ve gözlemle" der. Bunun haricinde okul, avm, vs. gibi ortamlarda bulunduğumda insanların davranışlarını gözlemlerim.  Bu gözlemler sonucunda kafamda toplumun resmi oluşmaya başladı. Söyleyeceğim ilk şey Aziz Nesin'in haklı olduğudur. Toplumda "Aptal" diyebileceğimiz insanlar azımsanmayacak kadar çok. Lakin ben bu insanlara "Aptal" demektense "Alt insan" demeyi tercih ediyorum. Gözlemlerim sonucu bu alt insanlar henüz modern olamamış, hala ilkel atalarımız gibi yaşıyorlar. İlkel atalarımızdan tek farkları günümüz dünyasında yetişmiş olmaları. Bu insanların içgüdüleri daha baskındır. Mantıklı düşünmezler, içgüdüsel davranırlar. Yerleşik modern hayatın getirdiği ceza kanunları genelde bu insanlar için yazılmıştır (istisnalar olabilir). Alt insanlar yüzeysel yaşarlar. Ebeveyn olacak kadar birikime sahip olmayan in

Başrol Sendromu Üzerine

 Selam! Toplumu gözlemlediğimde ulaştığım sonuçlardan birisi de anlatacağım bu sendrom. Zaman zaman ben de bu durumu yaşıyorum gibi hissediyorum. Ancak modern/üst insan olabilmem için bunu aşmam gerektiğini biliyorum. Sizlere bu olayı tanımlayayım. Bazı insanlar kendilerine o kadar çok değer yüklüyorlar ki resmen tüm hayatın başrolünde kendileri varmış gibi davranırlar.  Bu düşünce modern insanlara saçma gelecektir. Ancak bir alt insanın bakış açısından bakacak olursak olayı daha rahat kavrayabiliriz. Şu şekilde açıklayayım: alt insan doğduğu andan beri kendi hayatını deneyimler ve empati yeteneğini geliştiremezse diğer insanları sadece birer figüran olarak görür. Bu duruma başrol sendromu diyorum.    Bir de bu insanların "herkes kendisini izliyor", "herkes kendisi hakkında konuşuyor" varyantı da vardır. Tıpkı Truman Show filmindeki gibi. Zaman zaman "Etrafımdaki insanlar acaba benim hakkımda mı konuşuyor?" diye kendime soruyorum. Ayrıca "Acaba bu ins

Dinler ve Dinin Gerekliliği Üzerine

Not: Bu yazıda hayatın amacına da değindim, yazıyı okumadan önce 2 kere düşünün.    Evet dostlar, bugün dinler hakkında konuşmak istemiyorum. Dinlerin ortaya çıkması kaçınılmazdı. Çünkü insanın ruh sağlığını koruması gerekiyordu. "Ne alakası var?" derseniz şöyle açıklayayım: bizim ilkel atalarımız karşılaştıkları ekstrem olayları açıklama ihtiyacı duymuştur. Örneğin: bir yanardağ patlamasına şahit olmuştur ve bu olayın neyden kaynaklandığını merak etmiştir. O dönemlerde bilim yeterince gelişmediği için de bu olayı "Tanrılar bize kızıyor bu yüzden bu olayı yaşıyoruz." tarzında bir açıklamada bulunmuşlardır.  Bahsettiğim ekstrem olaylardan bir tanesi de yaşamak. İnsan kendi varlığının farkına varınca "Ben neden yaşıyorum?" sorusunu sorar. Eğer insanlar bir hiç uğruna yaşadıklarını gerçek olarak kabul etselerdi bugün Dünya nüfusu daha az olurdu. Çünkü bu düşünce basit insanlarda intihara yol açardı. Tanrı'lara inanmak ve bu dünyaya bir amaç uğruna geldiği